Tüm dünyanın bize alttan alta geçtiği mesaj bu. Ama gercekten mutluluk ile paranın birbiriyle ikamesi mümkün mu? Ya da ne derece mümkün? Bunu inceleyen çok sayıda araştırma var. Bazı görüşler alışverişin olumlu yönlerine vurgu yaparken bazıları bunun bir aldatmaca olduğunu savunuyor. Hayatı romantik komedi hissiyatıyla yaşıyorsanız muhtemelen birinci gruba dahilsiniz. Ama benim de içinde bulunduğum gruptaysanız yani hayatı daha çok “Elm Sokağı’nda Kabus” serisine benzetiyorsanız, alışverişin renkli dünyasından -içinde yaşasanız dahi- irite oluyorsunuz demektir.
Mutsuz çoğunluğa dahil biri olarak, ‘alışveriş mutlu eder’ fikrini savunan görüşlerin sunduğu bazı dayanak noktalarına eleştirel bir bakış açısı getirmek isterim;
1. Alışveriş sorunlardan kafamızı uzaklaştırır mı?
Alışverişin belli bir odaklanma gerektirdiği doğrudur, ama düşünürsek hiç bir zaman alışverişin -çok kısa süreler dışında belki- kafamızdaki bir sorunu evirip çevirmekten bizi alıkoyamayacağı çok açık. Belki alışverişin sağladığı geçici, kısa süreli rahatlamalar bizi gerçek sorunlarımızdan çok kısa sürelerle uzaklaştırarak ruh sağlığımıza iyi geldiği hissini yaratabilir ama diğer yandan hayatımızı daha bilinçsiz, daha sorumsuz yaşamamıza çanak tutar. Hiç bir zaman ciddi bir sorundan kaçabilecek kadar tüketemezsiniz, dünyanın tüm ayakkabılarını önünüze yığsalar da bazı sorunlarınızla yüzleşeceksiniz.
2. Alışveriş kendimize güvenimizi arttırır mı?
Güzel bir tona sahip yeni rujunuz ya da yeni bir çizme kişiliğinizdeki kusur ve açıkları ne kadar kapatabilir, genel kültürünüzü ne kadar arttırabilir ya da işinizi ne derece daha iyi yapmanıza yardımcı olur? Çünkü gerçekte kendimize güvenimizi arttıran şey arkamızda biriktirdiğimiz değerlerdir. Herhalde hiçbir objeden bu keramet beklenemez.
3. Alışveriş yapmak kontrolün bizde olduğunu gösterir mi?
Bu fikri ileri sürenler alışveriş anında verdiğimiz kararlar sırasında hakimiyetin bizde olduğunu hissettiğimizi ve herkesin bundan hoşlandığını ileri sürerler. Ama bu aynı zamanda, gerçekte hayatınız üzerinde ne kadar az hakimiyet kurabiliyorsanız dengeyi sağlayabilmek için tüketmeye o kadar fazla ihtiyacınız olur anlamına gelmekte. Dolayısıyla alışveriş bir taraftan kişi üzerinde kısa süreli ve aldatıcı bir ‘duruma hakim olma’ sanrısı uyandırırken, diğer yandan hayatın kontrolünü elimizden kaçırdığımızı görmezden gelmemize yardımcı olur. Eğer bir yandan çocuklarınıza ve eşinize yeterince yardımcı olamadığınızı, ne evinizde ne de iş hayatında hiçbir şeyi yetiştiremediğinizi ya da hiçbir şey üzerinde kontrolü sağlayamadığınızı hissediyorsanız diğer yanda gidip bir alışveriş merkezinde zamanınızın patronluğunu oynamak çok inandırıcı gelmeyecektir ve gelmemelidir. Bunun yerine, gerçek hayatınıza geri dönün ve daha çok çabalayın.
4. Alışveriş sevdiğimiz insanlarla vakit geçirmenin bir yolu mudur?
Bana sorarsanız, hiç değil. Alışveriş sırasında odak noktamız yöneleceğimiz ürünler olacağı için yanımızdakiler ister istemez birer figürandan öteye geçemezler; en iyi ihtimalle sağlama yapabilmeniz için konu mankeni olabilirler. Aslında bana göre yanında olmaktan gerçekten hoşlandığınız bir arkadaşınızla hiç konuşmadan aynı ortamda otursanız dahi daha kaliteli bir iletişim kurarsınız.
5. Alışveriş anında istediğimiz bir objeyi elde etmek tatmin edici midir?
Elbette öyledir; istediği herhangi bir şeyi elde etme duygusu insanda tatmin yaratır, ama isteyeceğimiz şeylerin niteliği fark yaratacaktır. Geçen gün el yapımı ürünler satan bir internet sitesinde şöyle bir slogan gördüm: ‘kendinizi mutlu edin, o takıyı alın’. Aslında cümlenin sonunda daha çok bir ünlem işareti var gibiydi, bir nevi tehdit de algıladım okurken, hani ‘mutlu olmak istemiyorsan sen bilirsin kardeşim’ der gibi… Peki o takıyı alalım, sonra ne almamız gerekecek? Daha ne kadar almamız gerekecek? Kabul edilmeli ki, gardırobunuzda hali hazırda 30 tane bluz varsa 31.nin uyandıracağı tatminin derecesi artık tartışmalıdır -bir yerden sonra hepsi üst üste yığılı, kafa karıştırıcı, karma karışık renk ve şekil öbekleri gibi gözükmez mi?-; yahut sadece paraya sahip olmak ile elde edilecek şeylerin vereceği tatmin de, bir şeyi kendi çabamızla başarmanın vereceği tatminin yanında çok eğreti kalır. Üstelik para biter de -çoğumuz için tabi- ama harcayacağımız çabanın tek sınırı yine kendimiz değil miyiz?
6. İmajımıza katkıda bulunur mu?
Büyük alışveriş merkezlerinde çoğu zaman insanları uyuşmuş gibi bir vitrinden diğerine zombi adımlarıyla yürürken görürsünüz. Hepimiz bir imajın peşindeyiz, en iyi şekilde giyinmeye çalışıyor, en son moda telefonları kullanıyor, dışarıdan bakınca hepimiz reklam edildiğimiz gibi ‘çok tarz’, ‘aşırı zeki’, ‘entellektüel’, ‘rüya gibi’ falan görünüyor ama dünyaya dair bir halt bilmiyoruz; kesinlikle araştırmıyoruz, genel kültürü düşük, çok konuşup hiçbir şey söylemeyen, ezbere yaşayan, günü kurtarmaya yatan insanlarız. Bu durumda o kadar para ve enerji harcadığımız imajımızı, yatırımlarını daha akıllıca şeylere yapan insanlar karşısında iki cümlede yitiriveriyoruz.
7. Bazı şeylere sahip olmak insana yardımcı olduğu için mutluluk duygusu yaratır mı?
Alın size aldatmacalı bir soru… Temel ihtiyaçlar zaten bu tartışmanın ötesinde ise; sorunun cevabı, dış dünyanın size sunduğu sonsuz sayıdaki objenin tam olarak ne gibi bir yarar sağlamak için gerekli olduğu… Örneğin dağcılık yapmaktan hoşlanıyorsanız elbette gidip bir kamp çadırı almalısınız, ki burada yanıltıcı bir yönlendirme olduğunu düşünüyorum; çünkü sevindiğiniz şey çadırın kendisi değil, daha çok onu kullanarak geçireceğiniz zaman aslında. Sizde heyecan uyandıran hayatınızın belli bir dilimini, sizden talep ettikleri gibi değil, canınızın istediği gibi geçirecek olmanız, size göre bir anlamı ve önemi olacak şekilde…
8. Alışveriş yenileyici midir?
Belki birkaç saat için kendimizi daha yeni, daha tazelenmiş gibi hissedebilir miyiz? Bu ruh haline inanıyorsanız neden olmasın? Ama bana göre biz yaşadığımız müddetçe — ki birşeyler satın almak da bunun bir parçası — sadece eskiyoruz, ama felsefe olsun diye değil, gerçekten tecrübeler edinip nicelik ve nitelik yönünden fazlalaştığımız için. Diğer yandan her bir aldığınız saçma obje ile sisteminizi yenilediğini ciddi ciddi düşünüyorsanız, bana göre siz aslında dünyada değil bir Truman sendromu içindesiniz. Aslında bu şekilde devamlı yenilenerek yaşayabileceğimize dair verilen mesajlar belki de matematiğin sınırlarının çok ötesinde, gerçekte harcadığımız her bir saniyenin hayatımızı oluşturduğuna dair farkındalığımızı, daha doğru bir değişle gerçeklik algımızı yitirebilmemiz içindir. Yoksa nasıl olur da milyonlarca insanı ömrünün o çok kıymetli saatlerini metropollerde sadece işe gelir giderken harcamaya ikna edebilirsiniz? Ya da bu kıymetli zamanın karşılığında kazanılan paralarla 31. tişörtünü almaya?
Şu bir gerçek ki sürekli bir alışveriş eylemi ya da düşüncesi içerisindeyiz, hele benim gibi iki küçük bebek sahibi bir anneyseniz, örneğin ‘çocuklarınız için alışveriş yapmak’ olgusu artık bünyenize yerleşmiş ve günbegün kötüleşen ölümcül bir virüs görünümüne bürünebilir. Hatta en kıymetli anlarınızı bile ele geçirebilir. Woody Allen ve Bette Midler’in oynadıkları “Alışveriş Manzaraları (Scenes from a Mall)” filminde, ikili evlilik yıl dönümlerini, sanki başka yer kalmamış gibi, büyük bir alışveriş mağazasında geçirmektedir. Bir takım aksilikler sonucu, arka planda ışıltılı hayatlar için tüketim gereklilikleri sunan bir fonda, hayatlarının muhasebesini yapmak durumda kalırlar; aslında tükettiklerinin -daha doğrusu hatalı olarak birlikte (!) tükettiklerinin- kendi hayatları olduğunun ayırdına varırlar. Burada da vurgulandığı gibi aslında hayatlarımız şu ya da bu kişi yahut olay için tükettiğimiz mallar toplamından değil tükettiğimiz zamanımızdan ibarettir. Dolayısıyla irrasyonel ve içi boş bir alışveriş dağının tepesinde yaşadığımızı, hayatımızın belki de her Allahın günü evimize getirip yığdığımız alışveriş yalanları üzerine kurulu olduğunu görebilmek için geç kalmamak gerekir.
Motivasyonunuz ne olursa olsun, ister bir elde lolipop sek sek sekerekten ışıltılı mağazalar diyarında dilediğinizce yaşama özgürlüğüne sahip olun, isterseniz çok küçük meblağlar ile ayı geçirme savaşı verin, bir noktada kendinizi ihtiyacınız olmayan ama size her ne sebeptense iyi geleceğini düşündürdükleri bir şeyleri tüketmeye yöneltiliyorsunuz. Sonuç olarak da, atalarımızın doğada buldukları ve belki de ne olduğuna bile anlam veremedikleri çerçöpü mağaralarına taşıma güdüsüne benzer bir güdü ile alışveriş torbalarını evinize taşıyıp duruyorsunuz. Bir noktada geçici bile olsa mutluluk ya da tatmin hissi de duyuyorsunuz üstelik. Ama Amerikalı bir hayat koçu olan Adyashanti’nin işaret ettiği bir gerçek var ki mutlaka dile getirilmeli;
Bir alışveriş yaptığımızda ve istediğimize sahip olduğumuzda geçici olarak mutlu oluruz; ama mutluluğumuzun nedeni istediğimizi almamız değil, kısa bir an için istemeyi bırakmamızdır
Ne doğru bir tespit… Belki de istemeyi bıraktığımız ve an itibariyle elimizde olanların farkındalığını yaşamaya başladığımız süreleri uzatabilirsek mutluluk halini de bir ihtimal uzatabileceğiz. Bence işe, önce elimizin altında duran henüz okumadığımız bir kitabı okumakla, dolabımızda duran ve bir zamanlar beğenerek aldığımız giysilerimizi kullanmakla, evimizde hali hazırda mevcut olan ve yaşamamızı sürdürmemiz için gayet elverişli olan eşyalarımızla yetinmekle başlayabiliriz. Belki alışverişe harcadığımız zamanlarda kısıtlamaya gidip, bu zamanı gerçek duyguları takas edebileceğimiz eylemlerde bulunmak için kullanabilir; ailemizle dükkan dükkan gezeceğimiz zamanda bir demlik çay eşliğinde sohbet edebilir, çocuklarımızı alışveriş merkezlerinde arkamızdan sürükleyeceğimize onlarla birlikte resim yapmayı deneyebilir, mağazalar arasında gezinirken, baş ağrıtacak derecede yoğun bir ışık ve ses bombardımanına maruz kalacağımıza bu zamanı bir parkta yürüyüş parkurunda harcayabiliriz. Sonuçta her iki seçenekte de zaman harcayacaksak, hangisini tercih etmek daha caziptir?
Orjinal metin ve kaynaklar için:
Nezaketen - Alışveriş Yalanları
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder